Edebiyatın Gamlı Prensesi Tezer Özlü
Edebiyatın Gamlı Prensesi Tezer Özlü
‘Geceleri anneme sokulunca hem soğuktan korunuyorum hem de yalnızlıktan.’
Hayatı kendine dert edinmiştir Tezer Özlü. Bu derdi iliklerine kadar hissetmiştir. Kelimeleriyle içindeki farklı ruhu bizimle buluşturmayı başarmıştır.
Herkesin hayatında düşündüğü ama dile getiremediği cümlelerin toplamıdır Tezer Özlü’nün yaşamı. Edebiyat dünyasının büyüsü onu etkisi altına almış; Svevo, Pavese, Kafka onu en çok etkileyen yazarlardan olmuştur. Bu yazarlarla sadece kitapları aracılığıyla buluşmayı yetersiz bulmuş; her bir sanatçının izini sürmek için seyahate çıkmıştır. Pavese’nin izini sürmek için çıktığı yolculukta ise onu mutluluğa boğan bir bilgiye ulaşmıştır:
‘Pavese’nin doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben gece yarısından sonra. Ama Anadolu’da gece yarısı geçtiğinde, Stefano Belbo’da henüz belki de gece yarısı olmamıştı. Aynı gün, aynı yıl değilse de.’
Özgür bir ruha sahiptir Tezer Özlü. Hep bir arayışın içindedir. Küçükken ablası ile uzun yürüyüşler yapmıştır. Bu yürüyüşlerin sebebini ‘Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni’ şeklinde açıklayacaktır.
Herhangi bir yere ya da kişiye aitmiş hissi taşımamaktadır. Belki de bu yüzden nereli olduğu sorulduğunda daima ‘Hiçbir yerliyim’ cevabını vermiştir. Yine aynı sebeple genç yaşında Avrupa seyahatine çıkmıştır. Bu seyahatin son durağı Paris’te ilk aşkı tiyatrocu ve yazar Güner Sümer’le tanışmıştır. Güner Sümer’le aşkları tam da Tezer Özlü’nün imge dünyasına uygun bir şekilde epey yağmurlu bir günde sığındığı bir kafeye Güner Sümer’in gelmesiyle romantik bir şekilde başlamıştır. 1964 yılında evlenen çift evliliklerini Ankara’da sürdürmüştür. Güner Sümer, Ankara Sanat Tiyatrosunda çalışmış; Tezer Özlü’de Ingmar Bergman, Kafka, Heinrich Böll gibi birçok yazarı Türkçe edebiyatına kazandırmıştır.
Evliliklerinin ilk yılları oldukça iyi gitmesine rağmen ruhunun sesini dinleyen Tezer Özlü, bu evlilikte aradığını bulamadığını fark etmiştir. İlişkileri oldukça çalkantılı bir haldeyken Tezer Özlü’ye manik-depresif tanısının koyulmasıyla kopma noktasına gelmiştir. Tedavisi sürdüğü dönemde de çiftin evlilikleri noktalanmıştır.
1968’te boşanmalarının ardından Tezer Özlü İstanbul’a taşınmıştır. 1967-1972 yılları tedavisinin yoğunluk kazandığı bir dönemdir. Bu tarihlerde birçok kez psikiyatri kliğine yatırılmış ve elektroşokla tedavi edilmek istenmiştir.
Maalesef ki ruhu naif bu kadın, intihar girişiminde bulunmuştur. Hem de birçok kez.
Tezer Özlü, çocukluğundan başlayarak yaşadığı her şeyi ve klinik günlerini 1980 yılında çıkardığı ilk romanı ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ kitabında açıkça ortaya koymuştur. Ölüme ne denli yakın olduğunu da bu kitapta dile getirmiştir: ‘Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı. Karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel gözükmesi için gün boyu hazırlıklar yapıyorum. Sanki güzel ölü bir gövdeyle öç almak istediğim insanlar var.’
Bu satırlardan da anlaşıldığı gibi Tezer Özlü, ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ romanında deliliğin sınırlarında dolaştığı ruh halini bize başarıyla sunmuştur. Ancak bunu anlatma nedenlerinden biri de şüphesiz onu okuyanların da bu durumla yüzleşmesini istemesidir: ‘Bu kitapta bir şoku anlatmak istedim. On bir yaşındaki bir Türk burjuva ailesinin çocuğunun, yirmi yaşına dek okumak için gönderildiği İstanbul kentindeki çeşitli yabancı okullardan biri olan Avusturya Okulunda karşılaştığı Batı kültür ve eğitiminin yarattığı şoku.’
Kütahya’da doğan yazarın İstanbul’da eğitim aldığı kültüre dair eleştirisi bile hislerinin, düşüncelerinin yoğunluğunun kanıtıdır.
Güner Sümer’le yürütemediği evliliğin acısını yeni bir aşkla onarmaya başlamıştır Tezer Özlü. 1968’te yönetmen Erden Kıral’la evlenmiş; evliliklerinden birkaç yıl sonra 1973’te kızı Deniz’i kucağına almıştır. Ancak herhangi bir yere, bir kişiye, bir duruma ait olamama durumunu birçok kez hisseden Tezer Özlü bu durumu evlenerek (bir anlamda toplumun davranışlarının bir benzeri sergileyerek topluma ait olduğunu kanıtlama çabası olarak da adlandırılabilir) gidermeye çalışsa da yine başarılı olamamıştır. Erden Kıral ve Tezer Özlü boşanma kararını çoktan almıştır. Çift boşandıklarında kızları Deniz on yaşındadır. Ancak annesinin yoğun duygu dünyası kızına da geçmiştir. Kızları Deniz, annesi ve babasının boşanmalarını affedememiş ve onlarla altı ay konuşmamıştır.
Deniz Kıral, annesiyle 1985 yılında bir röportaj gerçekleştirmiştir. Kızının sorduğu bütün sorulara Tezer Özlü büyük bir samimiyetle cevap vermiştir.
Deniz Kıral, annesine ‘Başından inanılmayacak garip ya da komik bir olay geçti? Anlatır mısın?’ sorusunu yöneltmiş; Tezer Özlü de bu soruyu ‘Başımdan çok garip olaylar geçti. En garip olay sevdiğim halde Erden’den severek boşanmak.’ şeklinde cevaplamıştır. Tutkulu kadının manik ya da depresif halleriyle aldığı kararların sonucudur bu boşanma da. Nitekim Tezer Özlü’nün eserlerinin iki ana teması vardır. İkisi de aynı derecede güçlü, ikisi de aynı derecede tehlikelidir: ‘Ölüm’ ve ‘aşk’
Bu iki temaya da sıkı sıkıya bağlanmıştır Tezer Özlü. Adeta tüm kararlarını bu iki duyguya yakınlığına göre vermiştir.
Erden Kıral’la evliliklerinin son yıllarında da çare olarak bir burs kazanmış ve Berlin’e gitmiştir. Berlin, onun için besleyici bir süreç olmuştur. Erden Kıral’a, yazar Ferit Edgü’nün ‘Hakkari’de Bir Mevsim’ romanını sinemaya uyarlamasına yardım etmiştir. Erden Kıral, Tezer Özlü’nün özgün kişiliğinin katkılarıyla 1983’te Berlin Film Festivali’nde yarışmış ve ‘Gümüş Ayı’ ödülünü kazanmıştır.
Yazma tutkusundan vazgeçmemiş, Berlin’de ‘Bir İntiharın İzinde’ romanını Almanca olarak kaleme almıştır. Bu roman, o yıl Almanya’da yayımlanmamış eserlerin ödüllendirildiği ,prestijli bir ödülle, Marburg Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür. Gerek bir eser ortaya koyabilmek gerek de bu kadar prestijli bir ödüle layık görülmek şüphesiz Tezer Özlü için motivasyon kaynağı olmuştur.
Ancak yazar Berlin günlerine ve Erden Kıral’ın büyük başarısına şu sözlerle isyan etmiştir: ‘Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz. Aç kalmayı denedim. Serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanlar bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.’
Ancak yine de bir şeyler yapmaktan vazgeçmemiştir Tezer Özlü. Vakit kaybetmeden 1984 yılında ‘Bir İntiharın İzinde’ romanını Türkçeye çevirmiştir. Ancak bu kitabı çevirirken kitabın adını ‘Yaşamın Ucuna Yolculuk’ olarak çevirmeyi uygun görmüştür.
Tezer Özlü bu romanında hayranı olduğu Kafka, Pavese ve Svevo’nun izini sürmüştür. Pavese’nin intihar ettiği otelde kalmış hatta onun intihar ettiği 305 numaralı odada kalmayı özellikle tercih etmiştir. Bu yolculuk, adeta Tezer Özlü’nün kendi ruhunun dehlizlerine yaptığı bir yolculuktur. Eserde de yer aldığı gibi ‘varlık-yokluk’ , ‘akıl-delilik’ durumunu bol bol sorgulama imkanını yakalamıştır.
Berlin’de üçüncü kez aşık olmuştur. Bu aşk onu fazlasıyla etkilemiştir. Çünkü bu ilişkinin temelini oluşturan ögeler diğer ilişkilerinde yer almamaktadır. Öncelikle bu ilişkiyi farklı kılan en büyük nedenlerden biri Hans Peter Marti’nin Tezer Özlü’den on yaş küçük olmasıdır. İkinci sebep ise bütün zorluklara rağmen evlenmeyi başaran çiftin evliliklerine gölge düşüren şey bu sefer, yaşanılan hayal kırıklıkları değildir. Tezer Özlü hastalanmıştır. Göğüs kanseri teşhisinin konmasının ardından çift bir anlamda zorunlu olarak birbirinden kopmak zorunda kalmıştır.
Daima uçlarda yaşayan, hayat kadar ölümü de normal karşılayan Tezer Özlü 18 Şubat 1986’da aramızdan ayrılmıştır. Ancak Hans Peter Marti’nin evden birkaç eşyasını almak için eve uğradığı bir günde ona ‘Beni yalnız bırakma’ diye seslenmesinden midir bilinmez, onun ‘yalnız’ ölümü Tezer Özlü severlerin içinde bir yaradır daima.
Can Yücel’in Tezer Özlü’yü andığı satırlarla yazımıza son verelim.
‘‘Aşağıda yatıyorum
Sokağa bakan pencerenin yanındaki divanda
Bir ses birden bir olay oluyor
Kulağımın dibinde
Bir dal cama vuruyor
Tezer’’
Kaynak: http://borgesdefteri.blogspot.com.tr/2009_02_01_archive.html#5236338628981081604
Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar
Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk
Tezer Özlü, Çocukluğun Soğuk Geceleri