Atatürk ve Başarılarının Ardındaki Sırlar
Atatürk ve Başarılarının Ardındaki Sırlar
Prof. Dr. Afet İnan’ın kitabından, Atatürk’ün Başarı Sırları bölümünde yer alan notlara devam ederek, Atatürk ve ulus sevgiyle bağlantılı diğer özellikleri de sizlerle paylaşıyoruz:
Atatürk fikirleri ve prensipleri tatbik mevkiinde gördüğü zaman huzura kavuşurdu. O, ulus sevgisinden ilhamını aldığı için, büyük işler başarabilmişti. Kişiliğini, bu varlığın büyüklüğünde bulmuştu. O aynen şöyle diyor:
Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticeleridir.
Tarihte Türk
İçinde yaşadığımız yurdu kurtaran Atatürk, bağrından çıktığı Türk ulusunu daima üç haliyle gözünün önünden ayırmadı:
1. Geçmişteki Türk varlığı,
2. Yaşayan Türk ulusu, ve
3. Gelecekte Türk.
Geçmişte Türk varlığını araştırdığı zamanların yakın tanığı ve beraber çalışanı oldum. Çünkü tarihte Türk uygarlığını bilmek, yaşayan Türk ulusu için bir temel üzerinde bina kurmak demektir. Atatürk işte bu temelin derinliklerine nüfuz etmek istemiştir. Çünkü kendisinde bir soru düğümü olan, altı yüz yıllık tarih, Türk varlığı için kafi bir temel sayılamazdı. Özellikle eski çağlara kadar gidebilen yeni tarih ufuklarının bizim kavmimiz için de açılmış olması lazımdır. Tarihi devirlerde çeşitli coğrafi bölgelerde bir varlık göstermiş olan Türk kavimlerinin, daha eski devirlere giden kökleri olmaması imkansız görünüyordu.
Türklük Kavramı ve Tarihi Geçmişi
Bugün ulus kavramı altında teşekkül etmiş bir Türk varlığının, kavim olarak yaşadığı devirler elbette ki olmuştu. İşte Atatürk, bu devirlerdeki Türk kavminin, tarihi çağlarda olduğu gibi, Anayurt’tan akınlarla yayılma izlerini belgelerine dayanarak meydana çıkarmak istedi. Bu çeşit belgeler araştıranlarca bilinir ki, bugünkü en son çıkan eserlerde dahi ele alınarak açıklanmaktadır. Bunları yakından inceleme fırsatını elde edemeyen bazı vatandaşlarımız bu gerçeği yanlış anlama yoluna gitmişlerdir. Örneğin, Anayurt’tan vuku bulan bu akınları göz önünde bulundurarak "Dünyayı Türk yapıyorsunuz” demişlerdir. Bu görüş, yakinen biliyorum ki, Atatürk’ün esas fikri değildir.
Bunu şöyle açıklamak isterim: Tarihi devirlerin Türk varlığını, nasıl ki bazen devlet kurmuş olarak, bazen kabile akını halinde başka devletlerin içine girmiş bir halde tespit edebiliyorsak, ondan önceki devirlerde de durum böyledir.
Tarihi devrin akınlarıyla dünya Türk olmadığına göre, ondan önceki devirlerde de Türk varlığının izlerini bulmak mümkündür. İşte Atatürk’ün kafasında düğümlenen soruların cevabı bu idi. Türk’ün bugünden geriye giden tarih halkalarında boşlukları tamamlamak ve mümkün olduğu kadar derin temellerinde bu varlığı bulmak istemiştir.
Türk uygarlığı
"Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü [yaygın] medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur” diyen Atatürk, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’ni onun için kurdu. Çünkü özellikle tarihi statik olmaktan kurtarmak istemiş, daima dinamik bir karakterle yeni nesillerin yurt ve ulus tarihinin üzerinde çalışmasını istemiştir. O demiştir ki: "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. ”
Tarihten ders
Yalnız, bir de bu vesileyle şunu işaret etmek isterim ki, tarihte hatalı gördüğümüz şeylerden bizi uyandıracak bir ders almalıyız. Örneğin, Atatürk, son Osmanlı Devleti’nin çökme nedenlerini bilmekle, iyi dersler almıştır. Fakat yine Osmanlı Devleti’nin yükseliş devri için, hayranlık ve sevgi beslemiştir. O’nun için, Fatih sadece bir Türk büyüğü değil, dünya tarihinde de en büyük adamdır. Devleti kuran Osman ve Orhan’da bulduğu karakterler üzerinde özellikle hassasiyetle durmuştur.
Atatürk ırkçı olmamıştır
O, ‘Rasizm‘i (ırkçılık) asla benimsemedi. Atatürk, üstün ırk teorisini telkin etmekten daima çekinmiştir, Türk ulusunun ırki niteliklerini, bugünkü ilmi metotlarla tespit edilmesini isterken, sadece gerçek durumun meydana çıkmasını istemiştir. Yoksa kendi zamanındaki politika cereyanlarında güdülmüş olan ırkçı lık fikri bizde asla yer almamıştır. O, her ulusa ciddi değer vermiş ve onları hürmete layık addetmiştir.
Ancak, kendi mensup olduğu ulusun da gerçek değeriyle tanınmasını hedef tutmuştur. Atatürk, ulusal siyaseti devlet başkanı olarak şöyle açıklamıştır:
Milli hudutlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetlerimize dayanarak mevcudiyetimizi muhafaza etmek, millet ve memleketin hakiki saadet ve ümranına [refahına] çalışmak, alelıtlak tul-i emeller [hırs ve tamah olduğu kesin olan amaçlar] peşinde milleti işgal [boşa uğraştırıp] ve iğfal etmemek [gaflete sürüklememek], medeni cihandan medeni ve insani muameleye ve mukabil [karşılıklı] dostluğa intizar etmek [beklemek].
Müşküller karşısında soğukkanlılık
Atatürk felaketler ve güçlükler karşısında en büyük soğukkanlılığı gösterir ve çevresinde bulunanlara güven ve cesaret aşılardı. Bununla ilgili bir anımı anlatacağım…
Malatya demiryolu inşasının bittiği seneydi; henüz resmen açılış yapılmamıştı. Atatürk, Güney vilayetlerimizde seyahatte iken, Mersin’den Malatya’ya gitmek istedi ve trenle hareket ettik. Akşamüzeri bir rampayı çıkmaktayken, Atatürk ve ben, salon vagonda birer kitap okumakla meşgul idik. Birdenbire tren geri geri gitmeye başladı ve tam bu sırada ön vagonda bulunanlardan üç kişi, telaşla içeri girdiler ve Atatürk‘e derhal yere atlamasının lüzumundan söz ettiler. Atatürk hiç yerinden kımıldamadan ve telaş eseri göstermeden, "Niçin?” diye sordu. Derhal, bu gerilemenin nedeninin öğrenilmesini ve lüzumlu önlemlerin alınmasını emretti. Bu sırada tren daha hızla geriye gitmekte idi. Fakat sorumlu müfettiş geriye dönüp gittikten biraz sonra tren yavaşladı ve olayın nedeni şu şekilde anlaşıldı: İki lokomotifin çektiği trenin kondüktörleri, bu yola ilk defa gittikleri için önlerindeki tünele yaklaşmakta iken, bir ihtiyatsızlık eseri olarak, kömür atmışlar. Birdenbire lokomotiflerden çıkan gazlı dumanlar, tünel içinde kesif bir hal almış ve idare edenler bayılmış. Yönetimsiz kalan tren bu esnada geriye giderken, tünelden çıkan ilk lokomotifin kondüktörü açık havaya çıkınca ayılmış ve duruma hakim olmaya çalışmıştır. Bu esnada el frenleriyle önlem alınırken, tren de önemli bir felaketten kurtulmuş.
Şimdi bu olayı analiz edelim: Eğer Atatürk telaş gösterip derhal atlasa idi, vücudunun bir yerinin kırılma ihtimali olabilirdi. Sonra bütün trende bulunanlar aynı hareketi yapmayacaklar mıydı acaba? Atatürk’ün burada kişiliğinin ve Şef hasletinin meziyeti şudur: Telaş göstermeden soğukkanlılıkla durumu düşünmüş ve zihni bir yargılama sonucunda kararını vermek. Atatürk’e belki birtakım tesadüfler de yardım etmiştir. Fakat O, bunları bazen kendi iradesine boyun eğdirmiş, bazen de talihi ona yardım etmiştir.
Atatürk ve neşeli olmak
Atatürk‘ü uzaktan veya bütün fotoğraflarını görenler, O’nun hakim çehresinin ifadesinde daima bir sertlik, gür kaşlarının örttüğü gözlerinde derin bir bakış ile alnı düşünceli çizgilerle örtülü bir ifade bulurlar. Gülen resmini görmek ender bir olaydır. Halbuki Atatürk’ü yakından tanıyanlar bilirler ki, Atatürk‘ün sert ifadesi yanında, neşeli bir karakteri vardır. O, bizzat "Neşeli olmayan insanlardan iki türlü şüphe edilir, ” derdi, "ya hastadır veyahut o insanın başkalarına bildirmek istemediği bir kuruntusu, bir derdi vardır.”
İngiliz ressam Ned Pamphilon’un Atatürk Gülümsüyor eseri. Detaylar için lütfen linke tıklayın:
https://www.istanbul1881.com/Ataturk-Kanvas-Tablo-Ataturk-Gulumsuyor-50cm-x-70cm,PR-100.html
Atatürk’ten Bir Anı
Atatürk, özellikle seyahatlerinde çok neşeli bir insan olurdu. Bir seferinde İçel’de vilayet merkezindeki resmi ziyaretlerden sonra çiftliğe gitmek üzere, büyük bir kafile halinde yola çıkılmıştı. Beraber bulunanlar Vasıf Çınar, Recep Peker ve daha birçok arkadaşları… Asıl çiftlik yolu onarılmakta olduğundan bataklıklar içinde otomobille ilerlemek imkanı yoktu. Bu durum karşısında herkesin doğal olarak düşündüğü şey geri dönmek idi. Halbuki Atatürk için hedef belirtildikten sonra, o yoldan dönülmezdi. Ani bir kararla otomobilden indik, taş çeken arabaları durdurdu ve birisine bindik. O arabacı ile neşeli bir konuşmaya koyuldu… Suları geçmiştik. Arkada kalanlar da aynı şekilde suyu geçtiler.
Çiftlik, küçük iki katlı bir evden ibaretti; yanında da bir fırın ve amelenin yemek yediği yer… Vakit akşamüstüydü, deniz tarafından görünen kara bulutlar fırtına çıkacağına alametti.
İncelemeler bitmeden geri dönülmez…
Dönülecek yol çetin, aydınlıkta yağmur altında olmadan dahi zor geçilmişti. Çiftlikte herkesi barındıracak yer yoktu. Bu hal karşısında tabii bütün düşünceler, derhal dönmek, fırtınaya yağmura yakalanmamaktı. Halbuki Atatürk çiftlik işleriyle meşguldü. Bir aralık bu düşünceleri konuşan bizlerin yanına büyük bir neşeyle geldi. Herkese tercüman olmak için endişeleri ifade etmek istedim. O ise, "Tetkikatımız [incelemelerimiz] bitmeden dönemeyiz, sizler de buraları tanıyın” diyerek çevresine neşe ve güven havası verdi.
Böylece herkes O’nun etrafında, onu izliyordu. Amelelerin yemek odasına girilmişti, yumurta ve peynirle yenen çiftlik ekmeği herkese pek lezzetli geldi. Artık yağmuru, dönmeyi düşünen yok gibiydi. Atatürk, fırıncı ile o kadar neşeli konuşuyordu ki, bütün düşünceler orada toplanmıştı.
Nihayet yağmur başlamadan yola çıkıldı, sulardan geçildi, bir müddet de yol üzerinde arazi, tarlalar ve hayvanlar görüldükten sonra, gece yarısı İçel vilayet merkezine dönüldü.
Benim bu seyahatten edindiğim fikir şunlar oldu: Bu mıntıkalardaki buğday kalitesi düşüktür. Orta Anadolu’nun dolgun nişastalı daneleri, bu sulak mıntıkada pek olmuyor, kuvvet daha ziyade sapa, samana gidiyor. Binaenaleyh bunun yerine başka hububat yetiştirilmelidir.
Edindiğim ikinci fikir, Atatürk’ün neşeli ve hakim karakterinin çevresindeki etkileriydi. Her seyahat dönüşü devlet ve hükümet başkanlarının yurt hakkındaki görüş ve düşüncelerini birbirlerine anlatırken dinlemek, insana büyük bir ferahlık verirdi.
O yaptığı işlerle övünmektense daima yeni yapacağı işleri düşünmüştür. Bir anket münasebetiyle, Vasıf Çınar Atatürk’ün başardığı işlerden söz açmıştı, kendisine sordu, "Sizin en büyük eseriniz hangisidir?” Atatürk’ün kısa cevabı şu olmuştu: "Benim yaptığım işler, biri diğerine bağlı ve lüzumlu olan şeylerdir. Fakat bana yaptıklarımdan değil, yapacaklarımdan bahsedin. "